İLLÜZYON

Hep haklı çıkmak da marifet değildir. Bazen insan yanılmak ister, çok ister. DELİ GİBİ YANILMAK İSTİYORUM!

Genel kategorisine gönderildi | 11 yorum

Bu da mı gol değil… !?

Deniz kenarında kahvaltıdayım. Hava güzel, deniz mis. Ön masada bir çiftin muhabbetine tanık oluyorum. Düşündürüyor,  paylaşmak istiyorum:

Adam-    En cok neye üzülüyorum biliyor musun?
Kadın-    Neee
Adam-    Hiç bir şeyin tadını çıkartamıyorsun,  bebeeemm. (adamın konusması şiveli ve kaba). Al karsında deniz, arada baksana,  haldur huldur anca yiyon, hele bi nefes al, etrafını gör temiz havayı içine çek, ah bebemm ya yasamayı öimagesU87RY8Z3gren yasamayı!
Kadın- Offf basım ağrıyor zaten, galiba tansiyonum düştü.
Adam- Yüzmeye başlıcam ben, beraber gitsek ya!
Kadın- Ne yüzmesi be soğukta?
Adam- Kapalıda kapalıda
Kadın- Offf git yüz yaaa!

“Kadın, kendine gel” diye tokadı mı bassam yoksa ” Adam, bundan bi cacık olmaz. Asıl sana yazık!” diye adamın boğazına mı yapışsam arasında gidip geliyorum. Ama şimdi, denizi daha bir huzurla seyrediyorum. Kime niyet kime kısmet. Bazen en yakınına ulaşamazken, arkadakini yerle bir edersin.

Genel kategorisine gönderildi | 1 yorum

ARKA MAHALLE

Yalnızlığı herkes sevmez.  Hele benim gibi dışa dönük, ilgi manyakları hiç sevmez. Ama ben dönemsel olmak kaydıyla çok severim. Özellikle içimde yangın olduğu zamanlar… İşte bu  dönemlerimde evimde sığındığım  bir arka mahallem var. Çıkmaz sokak derim ben o odaya. Kimsecikler girmez , es kaza giren olursa da zaten  çıkamaz! Başka bir ruhu vardır.  Gündüzden birikmiş kahve fincanları, geceden kalan kül tablaları, duvara iliştirilmiş anlamsız notlar, eskimiş kitaplar, solmuş perdeler, hiç çıkmayan sigara kokusu ile orası öksüre öksüre yaşayan bir  Çingene Mahallesi.

Görüntü göreni rahatsız eder, toplamaya yönlendirir;  bundan olsa gerek o odaya kolay kolay vize verilmez! Evin her yeri ışıldasa da arka mahallede belediye işlemez! Huzur ne derseniz bana işte budur;  dilediğince yazabilmek,  içebilmek ve dağıtabilmek hayatı.  Aslında dağıtmak bile dönemsel yaşanır bende. Yılda bir iki kere gelir, hayaller kurdurur sonra “ kendine gel bre kadın” der silkeler gider.  İyi ki de gider.  Hayır,  hep kalsa sanırım dağılmam, parçalanırım… İşte böyle günlerde melankolimi yapıp, hükümdarlığımı sürdükten sonra iradem devreye girer ve beni tekrar rutinime döndürür. Keşke herkes arada ruhunu benim gibi özgür bıraksa da, ‘yeter’ diye bağıra bağıra dönülmez yollara girmese. Vicdanlı bir insansanız ve sorumluluklarınız varsa elbet pusulanız  da vardır.  Mecburiyetler, sevgi, saygı her neyse ne;  belki sadece öz benliğiniz bile sizi doğru yola götürür. Yıkıcı olmayan melankoli güzeldir, insan olduğunu hatırlatır yaşayana;  yeter ki sonunda teslim almasın .

Tek düze yaşamak da bence dipte yaşamak kadar tehlikelidir. Palet bizim elimizdeyse şayet bir kırmızımız olsun şu hayatta.  Olsun ki diğer renkler ağırlıklarını anlasın, olsun ki bize yakışan rengi görelim, olsun ki başkalarının kıyafetlerine özenmeyelim.

ŞİMA

Genel kategorisine gönderildi | 6 yorum

Duraksız..

Artık yazamaz oldum.. Tutkularım, heveslerim, aşklarım; kağıttan birer kayık, sabahında yok oluyorlar.. Bu boyutta var olan her şeye inancım gitti. Kendim bile gece gündüz farklı düşünüyorken, sizlere inanmamı beklemeyin. Ruhlara dokunamıyorum; gözümde, herkes etten kemikten birer obje gibi.. anlamsız.. Sizler gibi olmayı beceremiyorum. Ben yüz yılda bir aşık oluyorum. Herkese şans verecek, sosyalleşecek kadar enerjim de yok sanırım.. Tutunduğum dal çürük çıkınca,  komple ağacı feda ediyorum. Geriye dönüp bakmamayı öğrendim. Belki de döndürüp baktırabilene rastlamadım.. Kimsenin kimseyle mücadelesi yok! İşte bu yüzden gerçeğe artık ulaşılamıyor. Yanılgılar, illüzyonlar, tatminsiz hayatlarla, idareten ömürler tüketiliyor. Anı kurtarmaya çalışan insanlar dolu etrafımda.. Bir hafta mutlu olduklarına şahit olmuyorum.. sevildikçe şişen egoları, savuruyor onları, çokluğun içinde giderek yalnızlaşan dostlar; görüyorum.. Kimse bir diğerini anlamak için çaba içine girmiyor, bir soru sorsa ne kadar sevildiğinin farkına varacakken, aslında hiç uymadığı ruhlarla, bedenlerle, tükenmeyi göze alıyorlar.. Geçmişe takılıp kalmışım.. Yıllar önce ne güzel, ne kadar doğru sözler söylenmiş.. “sevgi emektir”. Şimdi emek verilmeyen sözde sevgiler, tutulamayan yeminler, ertesi güne sönen,  balon aşıklar…  Bu yıllar bizi sevgiden yoksun, yapay zeka merakında, ruhsuz robotlara dönüştürmüş. Artık aşkın varlığına, inanmıyorum. İstediğiniz şeylere kavuştugunuzda bir diğerine göz diktiğinizi biliyorum. “Mutluyum” diyen herkesi sorguluyorum. Teknik olarak ilerlerken, ruhlarımızın hiçe sayıldığına yanıyorum.. Yokluk yıllarında, nasıl bir varlık varmış, anlayamamışız… Seçenekler az iken, daha tatminkarmışız.. Şimdi bize neyin iyi geleceğini bile bilmediğimiz şuursuzlukta, kalplere teğet geçip gidiyoruz. Biz hep gidiyoruz, sadece gidiyoruz. Yönümüz belli değil, yaşlanıyoruz…Kimseye güvenemeden, her yıl başka bir omuzda,inançsızca yaş alıyoruz. İnsana hizmet eden teknoloji dünyamızı el birliğiyle cehenneme cevirmiş meğer… Ve hala mutsuzluğumuzun sebebini arıyoruz.. Bir çoğumuz, çınarından savrulan yapraklar gibi; ait olmadığımız yerlerde, ait olmadığımız insanlarla mutlu olmayı bekliyoruz.. ve bu mümkün olmayacak, aslında biliyoruz.. Razı değiliz, ama ayak uydurmaya çalışıyoruz.. Giderek tükeniyoruz.. çoğalamadan eksilip, yok oluyoruz.. ŞN

Genel kategorisine gönderildi | 1 yorum

Hoşbulduk canım..

Doydum da geldim.. yaşadıkça anladım.. maddenin değersizliğini farkettim.. kaşın gözün sadece Allah’ın bir resmi olduğunu gördüm.. asıl önemli olanın, üflenen ruhun gelişiminde olduğunu izledim.. yapacak çok seyi varken samimi olanı seçenin, kıymetini bildim de geldim.. merhametin, yetinmenin, iyi olmanın, kırmadan konusmanın, hep mutluluğa ve mutlak gerçeğe götürdüğünü farkettim. Cennetin ve cehennemin öteki tarafa kalmadığını, deneyimleyerek yaşadım. Kimseye nasihat etmemeyi, gerektiğinde vazgeçmeyi öğrendim.. hayat denilen bu oyunda; harika bir seviyeye ulaştım… Anlayanlar çoktan anladı henüz tadamayanlar belki biraz gülümsedi..

Genel kategorisine gönderildi | Yorum bırakın

Epey karışık:)

Arafta kalmak kadar kötü bir şey varsa o da asimile olmaktır. Aslında asimile olunca sonuç arafta kalmaktır. Nereye ait oldugunuzu bilmezsiniz. Özünüzün üstüne öküz oturmus gibidir. Nefes alamazsınız. Ne o yana ne bu yana hareket edemez sonunda kollarınızı kavusturur sadece beklersiniz. Bu da dost meclislerinde, onaylama anlamında,  anlamsız gülümsemelere, giderek artan yalnız kalma isteğine varana kadar bir sürü şeye yol açar. Doğru tektir, derler ya;  sizin doğrularınız çiftleşmiş minik minik yeni doğrular doğurmuştur. Neye inanacağınızı şaşırmışsınızdır. Çünkü büyüdüğünüz aileden  farklı dayatmalara maruz kalmışsınızdır. Tam bu noktada aklıma bir deyim geliyor; davul bile dengi dengine.. fazla dallanıp budaklanmadan, konuyu buraya bağlamakta fayda var.. denginizi, kültürünüzü sevin, oradan hayat arkadasınızı seçin. Kimseyi asimile edip hayatını alt üst etmeyin. Ve mümkünse sevgili muhafazakar erkekler, seküler kadın sevdanızdan vazgecin.. sizin yüzünüzden ortalık mutsuz kadın dolu..

Genel kategorisine gönderildi | Yorum bırakın

Balenciaga..

Henüz az kişinin keşfettiği bir parfümdü. Amber ve kaladyum akoru baskın olsa da etkisi azalmaya başlayınca, etrafa inceden bir nane kokusu yayardı.Sen çok severdin… Kavuşmalarımızda önce bana uzun uzun sarılır, kokumu içine çekerdin. “İsmin ne güzel, kokun ne güzel.” Derdin. Ben de her yanına geldiğimde, sana varmadan birkaç saniye önce; üst notalarda, dalga dalga senin bedenine yayılayım diye parfümümü tazelerdim. Sanki hiç meziyetim yokmuş sanki seni haketmiyormuş gibi kokumla, kalbinde yer etmeye çalışırdım. Sen parfüm kullanmazdın. Saçların da ruhun da hep darmadağınıktı. Bol tarihi olan, yemyeşil, keşfedilmemiş bir kıtaydın. Ama gündüzleri nasıl oluyorsa, belki işine aşkından, derlenip toplanıp hatrı sayılır bir insana dönüşüyordun. İtiraf etmeliyim, ben senin gecelerini seviyordum. Aksam olup da yara bandını çıkardığın, yaralarını gördüğüm o an; en zayıf halinde bile sana teslim olmuş bir kadındım ben… Sen de beni çok sevdin, biliyorum. Bileklerime, boynumdaki küçük kırmızı noktaya varana kadar ince ince, detay detay sevdin beni. Sonra nasıl oldu, bilmiyorum. Bir yuvarlağın merkezinde birbirimize dönükken, yavaş yavaş çemberin dışına doğru çıkmaya başladık. Mesala sen bilmezsin. Birgün yanıma geldiğinde, senden gelen parfüm kokusuyla ben gideceğini anlamıştım. Sen sevmezdin öyle şeyleri. Dedim ya saçlarını bile taramazdın. Sanki benim kahramanım artık baskaları tarafından keşfedilmişti. Aklıma o an ne geldi, biliyor musun? Hani sen hep bana gel derdin, ben bir türlü gelemezdim. Hatta bir gün otoparkın ben kokmuştu ve geldim sanmıştın. Ben olmadığımı anlayınca da beni arayıp isyan etmiştin. O dakika var ya yerin dibin girsin. İğrenç hissettim. Berbat bir çaresizlikti. İşte o salak parfüm koktuğun an da öyleydi. Sanırım artık istesem de gidecek bir yerim yoktu. Evsizlik, sokaklarda yaşamak mı sandınız? Evsizlik tam da budur işte. Ne beton yığınlarına sığarsın ne de sokaklara. Artık ait oldugun bir yer kalmamıştır. Koskoca denizde bir kum tanesi bile değilsindir. Hislerimde yanılmadım. Önce usul usul sonra koşar adım benden uzaklaştın. Ve o gün beni gökyüzünden, bilmediğim tanımadığım bir evrenin içine attın. Artık gitmiştin. Ve giden bir insanı döndürmenin anlamsızlaştığı, yaştaydım. Tam o dönemde, aptal bir tesadüfle sevdiğin lanet kokumun piyasadan kaldırıldığını duydum. Neyse ki elimde açılmamış bir kutu vardı. Ve ben senin bir gün gelme ihtimaline karşı üç yıl o kutuyu açmadım, sana sakladım. Seni unutma yolunda en kayda değer adımım, yıllar sonra o kutuyu açıp, yeniden ben aslında “sen” kokmak oldu. Her bir fısta epey gözyaşı döktüm. Yalandan ayrılmalarımız çok olurdu. Yine o tarz bir ayrılıkta bana demiştin ki; sen gittin, peki ben niye kaldım” aslında gitmemiştim, bir köşede seni bekliyordum. Şimdi sen gerçekten gittin ve ben gerçekten kaldım. Ve daha da kötüsü artık gelsen de bir gelmesen de..

Genel kategorisine gönderildi | Yorum bırakın

mutsuz hücre

Ait olmadığınız yerde, size sahip olan insanlarla yaşarken; evinizde salonun kapısını açtığınızda yüksek ses müzik, gözleri parlayan mutlu insanlar… Ve  size davetkarca gülümsüyorlar.Düşünün… İçinizde müthiş bir yaşam enerjisi, davete katılsanız ortaya çıkacak sinerjiyle evin diğer tüm odalarını patlatacaksınız! Dolayısıyla sahibinizi , beraberinde en sevdiğiniz canlıları, eşyaları, yıllardır üzerinde uyuduğunuz yatağı, her şeyi kaybedeceksiniz. O kapıdan içeri girerseniz, bir yaşam son bulacak; yeni bir yaşam başlayacak. Eski hayatınızda korkuya, bilinmezliğe yer yok! Elli kere kırdığınız vazo; derma çatma, sağından solundan yapıştırıcı akmış bir halde ama yine baş köşede duruyor. Ben artık tamir olmam deyip de hoop! kendini çöpe atmıyor. Fonksiyonları devam ediyor ve hala umudu var. Yatağınız  size hiç isyan etmiyor. Porselenlerinizin altınları silinmiş de olsa bir kere bile sunumdan vazgeçmiyor. Oysa o kapıdan girerseniz elinizi sürdüğünüz her şey değişime uğrayabilir. Şimdi gözleri parlayan insanlar, yorulunca size kör olabilir. Duyduğunuz müzik kesilince, konuşacak bir tek yalnızlık kalabilir. Defalarca o kapıyı kapatın sonra tekrar acın. İkimiz de biliyoruz, biz nefisten ibaretiz. Mutluluk ihtimaliyle nicelerini yakarız ve o kapıdan içeri gireriz. Bizi içeri davet eden el, ölünesidir. Söylediği sözler, nice şaire besindir. Artık, vazgeçme şansınız yok. Nefesiniz kesilirse ölüsünüz. O sırada başka ölüm şekillerini henüz bilmiyorsunuz tabi. Müziğin ritmi ile dansa devam… Harika insanlarla birliktesiniz, sohbetiniz doyulmaz. Dokunuşlar içten, alınan sözler, verilen sırlar, içilen içkiler en özelinden. Huzurlu uykulara dalıyorsunuz. Her gününüz birbirinden güzel geçiyor. Eve koşar adım geliyor, heyecanla  o kapıyı açıp, ait olduklarınızla bulutların üzerinde enfes anlar paylaşıyorsunuz. Yine bir sabah, gecenin heyecanıyla vakit öldürmeye çalışırken, dans partneriniz sizi arıyor.. Sesi, alışmışlıktan uzak. Nefesi artık dingin değil, soluk soluğa. Size yorulduğunu söylüyor. ‘Ben artık dans etmek istemiyorum’ Diye bağırıyor.O dakika bulaşıcıdır. Bölüne bölüne çoğalan mutsuz hücredir. Siz kurtulmaya çalıştıkça saça yapışan sakız gibi, döne dolaşa içinizi kaplayan depresyondur. Ve bir gün olmadık yerde ‘beyninizde’ mesken tutar. İşte o an ne dansı bırakan partneriniz, ne aileniz, ne sahip olduklarınız, kimse kimse sizi anlayamaz! Tıpkı bu yazı gibi çalakalemdir, hayat artık yarımdır. Diğer yarın başkasının tamı olmuştur.

Genel kategorisine gönderildi | 5 yorum

Mavi..

Hayatınızın çeperinde dolaştınız mı? Duygu bulutları aralandığında, aradaki maviyle karşılaştınız mı? Kendinize çok kızdınız mı, kalbinizin mantığınızı nasıl hiçe saydığını görüp, o anları yok saymak istediniz mi? Utandınız mı, sil baştan  yapmak mı istediniz?

Bu bir ‘keşke’ yazısı değil. Evet, ben o maviyle karşılaştım. Ama kendime hiç kızmadım.Ayşe oldum kurcaladım; Mehmet oldum, hayatımı evirdim çevirdim… Ve her defasında aynı sonuca vardım. Narsizmin kollarında mıyım bilmem ama iyi ki ben ben’im. İyi ki duygularımı çağlaya çağlaya yaşamışım iyi ki uçtan uca savrulmuşum da ben ‘şima’ olmuşum.Bu gerçekten doğru,’ herkesi aynı anda mutlu edemezsiniz.’ Çevrenizde bilgeler vardır, ‘sen bu olmalıydın, surda olmalıydın’ diyen. Sonra sen ‘o’ olursun, ‘orada’ olursun; ama yine yaranamazsın. Bu sefer ayakları yere sağlam basan kız değilsindir.Bir masal perisisindir ve gerçeklerden  çok uzaktasındır. Bunlar ‘gerçekler, acıtır’ diyen arabesk kafalar, bırakın!

Aklınıza güveniyorsanız, yolunuzda kendi iradenizle yürüyün. Hatalarınız sizin olsun, sonuçları yine siz bulun. Kimse, sizi sizden çok sevemez. Hayat güzel…Yaşamasını bilene çok güzel! Mazhar der ki;

tam ortasındayım yolun

hmm koşunun ortasındayım..

tam varıyorum ki hedefe

bir yenisi başlıyor250px-Cumulus_clouds_in_fair_weather

bu oyun hep aynı, değişmiyor

hala devam hala figan

hem de bile bile

nasıl da paylaşıyor insan isterse

nasıl da birmiş meğer hasretler

nasıl da mecburmuşuz sabretmeye

sevmeye, öğrenmeye…

Genel kategorisine gönderildi | Yorum bırakın

TILSIM

Ben seni sevmeyi bıraktım

Bizim nesil tükendi

Sel oldu,

Koca bir köy suların altında kayboldu

Dolar arttı, savaş çıktı

Ne canlar kana bulandı

Evlerin ısıkları bir bir söndü

Çocuklar  gülemez oldu

Ben seni sevmeyi bıraktım ya

Bunlar hep ondan oldu ….

ŞİMA

Genel kategorisine gönderildi | Yorum bırakın

Ey ruh geldiysen 3 kere masaya tıkla

indirHayal kırıklığımın üstünde tepinip duruyorum… Koştur koştur zaman geçerken on dakikalık kahve molalarında kalbimin sızısını hissediyorum.. saniyelik bir duyguyla bağıra bağıra ağlamak istiyorum sonra biri manasız bir soru soruyor, dönüp ona bağırıyorum. Haliyle manyak oluyorum. Her gün aynı filme başlıyorum ve her defasında en heyecanlı yerinde birileri tarafından dürtülüyorum. Sonunda ben bu filmi kapatıyorum, size karışıyorum;  ben olmaktan çıkıyorum. Ve galiba ittire kaktıra  huzura varacak  bir yolculuğa başlıyorum..

Genel kategorisine gönderildi | Yorum bırakın

KISSADAN HİSSE

Son-Demlerini-Yaşıyor-AşkYıllar sonra; yine  ‘tükkandayım, birgün…’ diye cümleye başlıyorsam,  hayat gerçekten tekrardan ibarettir.  Oysa  ‘ruhuma haksızlık yapıyorum, seni de kapatıp gidiyorum, buraları da’ diye arkasına dönüp bakmadan giden de bendim, şimdi 45 m2 ye  ‘ne yediği belirsiz ruhumu’ sıkıştırmaya çalışan da benim.İlkinde hadi güzellik sektöründeydik. Gelen saatlerce kalıyordu, malzeme boldu. Şimdi bu döt kadar alanda kısa paslaşmalar içindeyiz. (Alış- Veriş! )Bir süre sonra robota bağlamak kaçınılmaz, hallerdeyiz. ‘Bir de bu var bir de bu var’ diye ürünleri gösterirken iki mastika yapıp, göbek atmadığın sürece kimsenin hayatında anı da olamıyor sadece an’dan ibaret kalıyoruz; işte yine rivayetteyiz.

Bizim 45m2 de birinci yılım dolmak üzereyken nihayet cebimde bir hikayem var:’ Yine tükkandayım. Sistem yüzüncü kez çökmüş, bilgisayar milyonuncu defa kendini kapatmayı uygun görmüş  ve her zamanki gibi  imdadımıza nebim’den( yazılımcımız) arkadaşlar koşmuş. Bende yine yüksek enerji. Hoş geldiniz demeden önce elli tane şey sıralamışım.  Kendimi kaptırmış konuşurken; bir çift mavi göz, ılık ılık bana terapi yapıyor. Saniyeler içinde hızım yavaşlıyor, kalp ritmim düzene giriyor ve gelen kişinin önceki simalardan olmadığını fark ediyorum. Hoş geldiniz, beş gittiniz faslına geç de olsa başlıyorum. Karşımdakini algılama sürecindeyim. Eski moda saç kesimi, yine eski moda dar kesim laci kumaş pantolonu ve  uzun ince gövdesine yapışmış mavi gömleğiyle; sanki az sonra Tarık Akan’ ın gençliğiyle film çekeceğiz. Uzun sohbetimizin ardından kafamda niyet beliriveriyor. Sözde; mağazada beraber çalıştığımız kızımıza uygun harika bir aday buldum. Kızımız da zamane kızlarından, değil. Doğal güzelliğe, ince ve tertemiz bir ruha sahip. Yaşları da uygun,ikisi de yirmilerde, ikisi de bekar.(Kafamda yine kendim yazıp, kendim oynamışım ,tabi.)  Niye olmasın ki, diye düşünürken yavaştan konuyu hissettiriyorum. ‘ Tarık, sizin patron ne düzgün insanlar buluyor. Sen de öylesin vallahi. Derin çocuksun. Sizin yaşlarınız da hoppa oluyor insan. Ama bak ben de şanslıyım. Bizim kızlar da harika. Hele rüya yok mu rüya! (Rüya olayın farkında, kaşlarını çatmış, bana bakıyor.) Karşıdan gelen cevap facebook deyimiyle;  beni alıyor, yukarıda 3 kere fırlatıyor, ikisinde tutup üçüncü de yere çakıyor. ‘ Şima Hn. ben  28 yaşındayım, iki yaşında bir kızım var. Küçümsenecek zamane gençlerinden epey ilerideyim. Ve anlatmak isterim. Eşim benim ilk kız arkadaşım. Ortaokul yıllarında onu ilk gördüğümde şişe dibi gibi gözlükleri vardı. O gün’ inşallah bu kız benim karım olur’ diye dua ettim. Sonra hiç ayrılmadık. Gözlüklerini çıkarttı, ama ben attırtmadım. O yılları hatırlamak isteğimde gözüne tutuyor, camekanların arkasından ona bakıyorum. Sonra daha bir sıkı sarılıyorum, iyi ki varsın diyorum. O anda benim darmaduman olan beynim inançsız kalbime sinyali yolluyor’ her erkek de pislik değil be canım’  Sorular, peşi sıra. ‘Hiç aldatmadın mı, hala  mı aşıksın, niye ama nasıl, o da mı sana karşı öyle?’ Haddimi aştım mı yoksa Meraklı Melahat’e mi döndüm, umurumda değil. ‘ Öyle bir zaman ki; dediğiniz, gibi temiz kalmak, çok zor. Metrobuste bile kızların tacizine uğruyorum, sokakta laf atanlarla karşılaşıyorum. Ben karımla başladım yaşamaya, onunla da ölürüm. Yani benim için kolay. Eksikliğini hissettiğim bir şey yok. Neden ilişkimi herkesin sahip olabileceği güvensiz ve sıradan bir hale getireyim ki, böylesi özelken böylesi yokken.’ Susuyorum ama tam ikna olmuş, değilim. Çok aşık gördük, ama neyimize aşık oldular, bildik. İki taraf kör kütük yirmi yıl karşılıklı aşk yaşar mı, ya da bu kadar tevekkül eder mi? Bilime aykırı, insan dışı bir davranış. Kadın sallamıyordur kesin bu adamı.’ Vah vah! çocuga yazık’ diye düşünürken ben, bizim Tarık anlatmaya devam ediyor. Meğer adam Mecnun iken kız çoktan Leyla olmuş. Annemle ilk tanıştırdığımda evde bas bas bağırdı ‘ bu ne patates çuvalı gibi, üstelik kürt’ İyice merak sardı  beni. Bakayım resmine dedim. Standartlarımız var ya. Pek bir salak klişelerimiz. Adam yakışıklı ama fakir ise çirkin bir kızla beraber olabilir ama kız mutlaka zengin olmalı. Kadın güzelse mutlaka cebi dolu ya da ruhu müzik bir adama meyletmeli vb . Hani kim kimin yanına yakışır biz karar vereceğiz ya, böyle gümletirler işte insanı. Bilirkişi diplomanı da böyle  yedirirler sana. Annesi sonra nasıl mı kabul etmiş. Haftasına sözü keselim demiş. Çünkü tıpkı oğlu gibi hemen olmasa da geç olmadan derine dalmış, inciyi fark etmiş.’

Hala insanların yaşadığını bilmek güzel.Karşılıklı; yıkmadan, denemeden, yanılmadan kıymet vermek varsa; bir yirmi yıl daha yaşamışım çok mu? İyi ki varsınız, benim olanlar!

 

Genel kategorisine gönderildi | Yorum bırakın

SEN ANLA…

İşin garip tarafı böyle böyle günler geçiyordu; belki de aylar sonlar hiç olmamış gibi olacaklar boşuna zihinde yer kaplıyordu.

Etrafta türlü acıya siper olurken, bir o kadar sağlamken içindeki çocuğu böylesi ağlatmak pek bir manasızdı.

Umutsuzluk mu? Umutsuzluk umudun ta kendisidir, yeni yaşama açılan en büyük kapıdır. Bitiştir, bir o kadar da başlangıç! sima..

Ş

Genel kategorisine gönderildi | 2 yorum