-
Son Yazılar
Son Yorumlar
- İLLÜZYON için AisaReum
- İLLÜZYON için dekorseptikov_com_xgPr
- İLLÜZYON için belosova1989
- Duraksız.. için selçuk uzun
- İLLÜZYON için Mari
Arşivler
Kategoriler
Meta
Korumalı: SİSTEM aslında “SİSTEN!”
Genel kategorisine gönderildi
Yorumları görmek için parolanızı girin.
LOLİPOP
Bir sorunu daha çözmenin dayanılmaz hafifliği içindeyim. Birçoğunuz için ilgi çekici bir konu değil, biliyorum… Ama lütfen okumaya devam edin, özümseyin ve işinize gelirse hayatınızın başka alanlarında kullanın.
Benim 6 yaşında bir kızım var, adı Melisa. Yengeç burcu ve yükseleni balık.( en duygusal burçlar) Gökyüzü, Melisa doğduğu gün bana bir tüyo verdi: “Pamuklara sar sarmala, bulutumdan nem kapar.” Benim tavşan büyüdükçe anladım ki gökyüzü çok haklıymış. Gak desem Melisa’nın gözleri doluyor, guk desem hayata küsüyor. Nasıl davranmalı diye bir pedagog’a danışmaya karar verdim… Karşımda sevgi pıtırcığı bir kadın, huşu içinde anlatıyor: “Sevin, okşayın, yalayın, yutun”. Kadın güya huzur verecek ya çok kısık sesle konuşuyor. Öyle ki dışarıdan otobüs geçtiği anda söylediklerinin yarısı toza dumana karışıyor. Sadece ses olsa iyi, yüzde mimik bile yok! Bir ara ‘kendine gel’ diye kadını tokatlamak istesem de sabırla seansı tamamladım. Aldıklarımın özeti şu: “sevginizi gösterin” , verdiğimin faturası da 300 LİRA. Ben anaç tavuklardan değilim ama sevgi gösterme konusunda fazlam vardır, eksiğim yoktur. Dolayısıyla seanstan bir şey aldığım da söylenemez. Velhasıl çocuk yetiştirme olayında ben şu meşhur annelik güdüleriyle yol almaya karar verdim. (İYİ Kİ! )
Nasıl mı? Geçiştirme politikası uyguladım. Sorunlar henüz hamken, üretim aşamasına hiç geçirmedim. Sizin anlayacağınız bizim ‘dert tasa fabrikamız’ hiç kurulmadı . Örneğin, Melisa arkadaşıyla küstü eve geldi attı kendini yatağa ağlamaya başladı. Diğer çocuklar unuturken o, güne de küstü. İşte böyle bir durumda anlatmak istediğinde onu dinlemeye hazır olduğumu söyledim. Anlattığında ise “Haklısın ya da haksızsın! Yapman gereken şu, istersen uygula, istemezsen kendin çözüm bul.” Dedim, sonra yanağına öpücük kondurup; “ Hadi naş! Şimdi yüzünü yıka, öyle yanıma gel” diye postayı koydum. Anladım ki bizimkinin modeli bu davranış versiyonuyla çalışıyor. Ben de olayı büyütsem, ya da ‘ah yavrum, vah yavrum’ diye teselli versem sorun ham olmaktan çıkacak ve işlenmeye başlayacak. Böyle böyle biz bu hassaslık problemini de aştık. Şimdi erkek gibi bir kızım var hamdolsun!
Yazının girişinde bahsettiğim sorun çözmek bu değildi aslında. Sorun; benim lolipopumun vazgeçemediği aksesuarı… Tanıştırayım, emzik! Benim kızla arasında çok ciddi bir bağ vardı. Öyle ki sırf bu yüzden okula gitmek ve dışarı çıkmak istemezdi. Aslında bu da benim için sorun değil, süreçti. Ama malum çevreden alınan gazlar beni yine pedagog’un önüne attı. Tavsiye şu: “Kararlı olun, bitti deyin ve asla vermeyin.” Bu kadın da diğerinin tam tersine “HAY HİTLER” modunda çıktı. Şimdi bizim sütten ağzımız yandı ya bir kere, yoğurdu üfleyerek yemek gerek, değil mi? Yok olmadı, bodozlama olaya girdim . Ama kendimce yumuşattım tabi: “Melisacığım, emziğe artık veda vakti geldi. Biliyorum zor olacak ama ben sana destek olacağım. Aklına geldiği zaman, aklımda, diyeceksin ve ben seni oyalayacağım. ‘Aklımda’ bizim parolamız olsun. Yarın “emzik bırakma partisi” yapacağız ve sen tüm emzikleri çöpe atacaksın.” Neyse bizim ki partiyi duydu ya “ tamam” dedi. Ertesi gün parti başladı, Melisa hepsini çöpe attı. Sonra kısık bir sesle “ben ne yaptım ya” diye hayıflandı. ( Çok komik bir kızdır bu arada kendisi) Gece oldu tavşan krizlerde, emzik de emzik! Çocuk üzerini çıkarttı, attı kendini yerlere, yılmak yok bir saat ağladı. Kulağımda psikopat kadının sesi” “SAKIN NE OLURSA OLSUN VERMEYİN!” Neyse ben yine içgüdümü dinledim ve “tamam bir daha deneriz” diyerek emziği geri verdim. Boşuna çocuğa güven kaybı yaşattık. Sonraları ona çok yandım. Bir de işin sosyal kısmı var anasını satayım. Mübarekle dışarı çıkıyoruz, adım başı bir uyarı: “Aaa bu yaşta emzik, izin vermeyin, dişleri çarpılır”. Herkes biliyor, sadece biz malız ya! Bir iki kere gülümseyerek insanları geçiştirdikten sonra baktım bizim tavsan etkileniyor yapıştırdım cevabı: “Biz bunu aksesuar olarak kullanıyoruz, sıkılınca bırakacağız. Eleştiriye de kapadık bu konuyu.” Oh be ağzı olan konuşmasın ama değil mi?
“Yok dişi çarpılırmış, dıdının dıdısı olurmuş.” Çarpılırsa, düzeltiriz. Çok mu zor? Velhasıl benim bu yöntem de tuttu. Tavsan geçenlerde kendiliğinden; ben hazırım anne , bırakacağım, dedi. Dört gündür kullanmıyoruz. Bu sabah gelip, beni öptü ve teşekkür etti. Hadi buyurun buradan yakın! Doktorlara selam olsun…
Okul için de aynı şey geçerli. Seneye bizim cadı ilkokula başlayacak. Bu aralar mektep turlarındayım. Beklentiniz ne diye sorduklarında, kızım mutlu olsun, diyorum. İsterse Boğaziçi’nden mezun olsun, dört dil bilsin; mutlu değilse neye yarar! O yaptığı kariyer ona anca bariyer olur. Melisa’m benim en iyi arkadaşım, mutlu olsun ki bana da huzur versin. Aslında hepsi kendime yatırım;) Tavsiyem siz de bol bol kendinize yatırım yapın;)
ŞİMA
Genel kategorisine gönderildi
Yorum bırakın
TAMAM MI DEVAM MI?
İlişkileri bitiren şey nedir biliyor musunuz? Durum farklılığı! Hani siz bazı günler duygusalsınızdır, dibine kadar yaşamak istersiniz; ama karşı taraf mode off durumdadır… Hem de ne offf! Ya da tam tersi adam size yanaşır ama siz farklı hülyalardasınızdır. Diyelim, gününüz enerjik, canınız gece dışarı çıkmak istiyor; partneriniz yaymış oturuyor. Şimdi sizin için gelse ona yazık, siz gitmeseniz size yazık! İşte bu noktada özgürlükler başlamalı. “ Sen bana uy, ben sana uyayım” dediğiniz anda hayat sizin için bir yutkunmadan ibarettir… Tabi her şeyde olduğu gibi özgürlüğümüzü de çerçevelendirmek şartıyla. Anlamsız kısıtlamalar sizi zindana sokar, günün birinde firar etmeyi kaçınılmaz kılar. Kimse bizim metamız değil, bu biline!
Şahsi fikrim bireylerin mutlaka kendilerine ayırdıkları özelleri olmalı. Kadınsanız şayet erkeklere dedikodu anlatmayın. Anlatıyorsanız da bilmelisiniz ki onlar bunlarla ilgilenmiyor (Feminen düşünen erkekler bir kenara). Erkekseniz de bilin ki borsa düşmüş mü tavan mı yapmış çok da tın! Dolayısıyla tek paylaşımınız bunlar olmasın. Yahu bir şeye sarın. Elbet yakalayabileceğiniz bir ortak nokta vardır. Dvd seyredin, balık tutun, bisiklete binin, aynı kitabı okuyun ya da bir hikayeyi siz başlatın; o bitirsin. Hiçbiri yoksa ee bi zahmet birbirinizi azad edin!
Peki, gitme vakti ne zaman? Dedik ya durum farklılıkları… Çok sık yaşıyorsanız bu farklılıkları anlayın ki siz bir elmanın iki yarısı değilsiniz! Ha böyle durumda ayrılıp diğer yarıyı bulur musunuz, onu bilemem. Ama dilerseniz ömür böyle akıp gider, ya da gitmezsiniz ömür böyle yanıp gider! Seçim sizin…
Genel kategorisine gönderildi
Yorum bırakın
BUGÜN GÜNLERDEN BEN!
Sabah uyanır uyanmaz balkona çıktım. Hava buz, insanın içini kanırtıyor. Gökyüzü puslu gri, belli ki yine yağmur yağacak! Günden herkes farklı farklı nasibini alacak! İşe gidenler sıcak yataklarını cilveleşe cilveleşe terk ederken, çocuklar yine söylene söylene okulun yolunu tutacak. Günü temizliğe ayıran kadınlar yağış ihtimaliyle camları muaf tutacak. Belki birileri bugün en sevdiklerini kaybedecek belki de canlarına bir yenisini daha ekleyecek… Öyle ya da böyle bugün de o sürpriz kutu açılacak ve size ayrılanlar bir bir teslim edilecek. Umarım sevdiklerinizle kucaklaşabildiğiniz, o hep beklediğiniz sevgiliye kavuşabildiğiniz; mutluluk rüzgarlarıyla savrulduğunuz bir gün olsun… İçimde tarifsiz bir huzur yüzümde manasız bir gülümse.. sanırım bugün günlerden “ben”…
Genel kategorisine gönderildi
Yorum bırakın
ARKA MAHALLE
Yalnızlığı herkes sevmez. Hele benim gibi dışa dönük, ilgi manyakları hiç sevmez. Ama ben dönemsel olmak kaydıyla çok severim. Özellikle içimde yangın olduğu zamanlar… İşte bu dönemlerimde evimde sığındığım bir arka mahallem var. Çıkmaz sokak derim ben o odaya. Kimsecikler girmez , es kaza giren olursa da zaten çıkamaz! Başka bir ruhu vardır. Gündüzden birikmiş kahve fincanları, geceden kalan kül tablaları, duvara iliştirilmiş anlamsız notlar, eskimiş kitaplar, solmuş perdeler, hiç çıkmayan sigara kokusu ile orası öksüre öksüre yaşayan bir Çingene Mahallesi.
Görüntü göreni rahatsız eder, toplamaya yönlendirir; bundan olsa gerek o odaya kolay kolay vize verilmez! Evin her yeri ışıldasa da arka mahallede belediye işlemez! Huzur ne derseniz bana işte budur; dilediğince yazabilmek, içebilmek ve dağıtabilmek hayatı. Aslında dağıtmak bile dönemsel yaşanır bende. Yılda bir iki kere gelir, hayaller kurdurur sonra “ kendine gel bre kadın” der silkeler gider. İyi ki de gider. Hayır, hep kalsa sanırım dağılmam, parçalanırım… İşte böyle günlerde melankolimi yapıp, hükümdarlığımı sürdükten sonra iradem devreye girer ve beni tekrar rutinime döndürür. Keşke herkes arada ruhunu benim gibi özgür bıraksa da, ‘yeter’ diye bağıra bağıra dönülmez yollara girmese. Vicdanlı bir insansanız ve sorumluluklarınız varsa elbet pusulanız da vardır. Mecburiyetler, sevgi, saygı her neyse ne; belki sadece öz benliğiniz bile sizi doğru yola götürür. Yıkıcı olmayan melankoli güzeldir, insan olduğunu hatırlatır yaşayana; yeter ki sonunda teslim almasın .
Tek düze yaşamak da bence dipte yaşamak kadar tehlikelidir. Palet bizim elimizdeyse şayet bir kırmızımız olsun şu hayatta. Olsun ki diğer renkler ağırlıklarını anlasın, olsun ki bize yakışan rengi görelim, olsun ki başkalarının kıyafetlerine özenmeyelim.
ŞİMA
HUZUR
Şu aralar herkes birşey arıyor. Bana kalırsa dönem hastalığı adı, huzur! Genelde yorucu ilişkiden sonra tercih edilir, sek alınırsa anca popo büyütür. Peki nedir bu huzur, nerede bulunur; beraberinde mutluluğu da getirir mi?
Mutlak huzur isteyen insan risksiz bir yaşam seçmelidir. Örneğin hiç aşık olmamalı, aza kanaat edip büyük işlerin peşinde koşmamalıdır. Aşk insanı huzursuz eder; herşeyden önce heyecan ve beklenti yaratır. İş hayatı ise engelli koşuya benzer. Bu da karşınıza çıkan zorluklarla mücadele etmeyi gerektirir . ( Yok öyle uzun atlama) Tüm bunlara ulaşmak sıkıntılı ve zor bir süreçtir. İşte bu süreçte kaybettiğinizin şeyin adı huzur, kazancınız ise mutluluktur. Her ikisini bir arada bulunduruyorsunuz öyleyse Nirvana’ya benden selamlar!
“Akışına bırak” diye trend bir cümle var, bu aralar en sevdiğim! Bırakın prensipleri, o anlamsız savaşları. Beyin, birgün kalbe hükmedecek! Şayet etmiyorsa henüz vakit gelmemiştir. Doğru tektir ama ona ulaşmanın binbir türlü yolu vardır. Sizin labirent biraz karışık ise kendinize zaman tanıyın. Ve “ doğru” kelimesini kafanızda lütfen güzel tanımlayın… Benim lugatımda doğru totalde size ve çevrenize zarar vermeyen davranış biçimidir. Burada ince nokta “total” . Ne kadar doğru bilemem ama şu hayatta bir inanışım var, Allah herkesi eşit kılmış. Kiminin güzelliği, kiminin parası, kiminin huzuru, kiminin bedensel sıhhati, kiminin şöhreti var. Tüm bu eksilerin, artıların toplandığı kocaman bir defter var, sonuç eşit.! Es kaza hepsi bünyede bulunursa zaten çıldırır, farkındalığınızı kaybedersiniz. Yanlış insan, doğru insan geyiklerini bırakın. Kalbinize arada spor yaptırın! Lütfen bazı şeyleri akışına bırakın..
ŞİMA
Genel kategorisine gönderildi
Yorum bırakın
EVLİLİK PROGRAMI’NA HAYATIMIN DERSİ SIKIŞMIŞ!
Şimdilerde entelektüel kesimin yeni havası :“ Televizyon hiç seyretmem. Dizi mi? Hele onu hiç bilmem.” Bok var! Seyretmeyin; durmadan okuyun, mala bağlayın emi? Ben de uzun süre televizyondan uzak yaşadım çünkü başka boş işlerle uğraştım ve ona vakit ayıramadım. Özletti kendini namussuz, geri döndüm. Geçtiğimiz yaz sezonu geldi bu zamansız özlem. Malum kanallarda işlerin kesat olduğu, zappingin en çok yapıldığı dönem. Baktım tatmin olunacak gibi değil, Saracağım bir diziye niyet ettim ya bir kere yılmak yok. Eşe dosta sordum trend dizileri, seçtim “kuzey güney”i. Girdim nete, başladım seyretmeye. Bir iki bölüm ıkındım sonunda ooo hikayeye dalmışım çoktan. Seçimim, Lost olsaydı daha karizmatik olurdu değil mi? Damarlarımdaki asil Türk Kanı ılık ılık akarken yemişim Lost’u!
Burası gelişme bölümü, hemen konuya giriyorum. Diziyi seyredin, aldınız siz mesajı. Televizyonla uzun bir aradan sonra yeniden barışmışız. Fazla samimiyete gerek yok. Gündüzleri kapalı, ta ki o güne kadar:P Absurt saatlerde uyumak istersin de aman kötü kalkarım diye kendini engellersin ya, hani bedende derman yoktur; illa yatar pozisyonda olacak. Attım kendimi divana, yaktım bir cigara, elimde kumanda. Amanın o da ne ? Eleştirmezsen, kro tabir edileceğin bir program “Esra Erol ile Evlen Benimle” yayında. Genç bir adam anlatıyor, görüntüsünün yanında da özellikleri yazıyor; ticari taksi plakası, arsaları, iki evi, arabası var. Dikkatinizi çekerim özelliklere! Beyin benim farklı çalışır biraz, hemen kafamda soru işareti beliriveriyor. Mülk yoksa ne yazacak? “Adı Ahmet, bi s..i yok.” Neyse amaç kafa doldurmak değil, boşaltmak!
Bakınız bu genç bey ne güzel şeyler söylüyor: “ Ben evlenmeye niyet ettim. Nikah dairesine gittim, uygun günlere baktım. Üstelik henüz bir gelin adayım yok! Ama istiyorum ve göreceksiniz bu programda hayatımın diğer yarısını bulacağım. İzninizle size birşey anlatmak istiyorum. Yıllar önce, kendimi geliştirmek adına bir dil kursuna gitmeye karar verdim. Seçimimi Rusça’dan yana kullandım. İki yıl kursa gittim. Artık Rusça’yı çok iyi biliyordum. Haliyle bir merak oluştu bende ve dilini konuşabildiğim ülkeyi görmek istedim. Cep delik cepken delik o dönemler. Kısa bir araştırma yaptım ve gitmemin imkansız olacağını anladım. Değil otel parası uçak parasını bile toparlayamazdım. Aradan bir hafta geçti ya da geçmedi, sokakta yürüyorum. Bir kadın mikrofon uzattı , Rusya’ya gitmek ister misiniz, diye sordu. Şaka mı bu dedim? Kadın başladı anlatmaya; programımızın adı passaparola, kazanırsanız ödül Rusya seyahati. Tabi ki hemen yarışmayı kabul ettim. İki kişi yarışıyoruz, görevler veriliyor ve biz belli bir sürede bunları yerine getiriyoruz. Velhasıl yarışma başladı. Ben ikinci etaptayken rakibimin dördüncü etapta olduğunu örgendim. Onu geçmem imkansızdı. Süre bitmek üzereydi. Pes etmeye karar vermişken biranda kendime geldim. Ben Rusya’yı diledim ve Allah bana bir fırsat sundu. Bunu değerlendirmek ya da yok saymak benim elimde. Biranda öyle bir hızlandım ki imkansız olanı basardım ve rakibimi geçip yarışmayı kazandım. Sonrasında şahane bir Rusya tatili geçirdim!
Siz ne çıkardınız bu hikayeden bilmiyorum ama ben şu çekim kuvveti geyiklerinden çok daha farklı birşey çıkardım. Yeter ki isteyin Allah size onu verir, değil burada yaşanılan. Siz çok isterseniz, Rabbiniz ona kavuşmak için fırsatlar sunar. İşte onları yakalayın, kaçırmayın! Armut piş ağzıma düş yok, sizin anlayacağınız… Bununla ilgili bir söz okumuştum. Tam anımsamasam da şunun gibi birşeydi: “Bazen fırsatlar kapıyı hafif tıklar, uyanık olun!” Hepimizin kaçırdığı ne fırsatlar var değil mi? Bırakın şimdi onlara üzülmeyi, yenilerini yakalayın. Canınız istemezse siz atın ben yakalarım;)
ŞİMA…
Genel kategorisine gönderildi
Yorum bırakın
DOST MUSUN DÜŞMAN MISIN?
Bu konu çok derin bir konu aslında. Kelimeler yetmez anlatmaya derler ya, işte öyle bir şey. İstatiksel bilgi veremeyeceğim sizlere tabi ama, düşüncelerim konusunda oldukça iddialıyım.
Benim için dostluk yaş yaş farklılık gösterir, şekil değiştirir. En masum dostluk ilkokul zamanlarında kurulur hatta belki kreş dönemi bile diyebiliriz. Eskilerde arkadaşlık daha sağlam değildi, bizler daha masumduk. Bu sayede temiz saf arkadaşlıklar kurabiliyorduk. Büyüdükçe hinleşmeye ve maalesef tehlikenin kokusunu almaya başladık. Minnacıkken de bunları sezebiliyorduk ama şimdikinden farklı olarak kin tutmuyorduk. Anlık yaşıyorduk her şeyi, saman alevi gibi… Ondandır ki defalarca ocakta elimizi yakmışızdır. Tü kaka deyip sövmüş, ertesi gün yine yanına yanaşmışızdır.
Çok net hatırlarım, ilkokul dönemlerimi. Ben arkadaşlarına çok bağlı bir çocuktum. O zamanlar kan kardeş olma modası vardı. Babam doktor olmasından dolayı sağlık konusunda çok hassastı. Benimle ilgili en büyük kaygısı, biriyle kan kardeş olabilme ihtimalimdi. Çok tehditler yedim bu konuyla alakalı olarak . Ben sağlam bir dosttum ve bir o kadar dürüst! Arkadaşımla kan kardeş oldum ve anında babama itiraf ettim. O an net kafamda. Arkadaşımın talebi ve çok korktuğum babamın bana vereceği tepki. Kan kardeş olalım, ne ki? Öl deseler ölürdüm ben arkadaşlarım için. Düşünmeden kestim parmağımı… Babamdan ciddi bir ceza yedim bunu için ama arkadaşım hiç bilmedi. Harbi dosttuk ya biz! O üzülmesin, ben üzüleyim diye düşünürdüm. Aileme bugüne kadar dostlarımla alakalı konular dışında hiç rest çekmedim. Babam hala der, bir arkadaşın kadar sevemedin beni, diye.
Büyüdük, dallandık budaklandık. Herkeste bir hayat kaygısı başladı. Çevremdekiler büyürken bir ben yerimde saydım. Önceliğimi onlardan hiç almadım. Şanslıydım ki, yarı yolda bırakılmadım. Sevdiğim adamla buluşurken bile aklım dostlarda kalır, anın tadını çıkartamazdım. Annem, komşuluk bile yapmayan, kendi başına kaliteli vakit geçiren bir kadındı. Hoş hala öyledir. Dostluklarının değerini bil yarın birgün aile kurunca görüşemeyeceksiniz, derdi. Çok şükür bu tezi tutmadı. Evet eskisi kadar görüşemesek de sevgileri kalbimde hiç azalmadı. Ama değişime uğradı. Ne kadar ekmek o kadar köfte faslı başladı. Geçmişe dönüp baktığımda kullanmış beni dediklerim çok oldu. Çürükler ayıklandı, sayı azaldı. Geri kalan küçük kelekler affedildi. Lale devri bitti, duraklama dönemi başladı. Gözüm kapalı her şeyi yaparım, yerini bir düşüneyime bıraktı. Geçmişten gelenler değil tabi, yeni eklediklerim bu sınıfa girdi.
Benim için ilişkide kredi çok önemlidir. Neyi affedip affetmeyeceğimi hep bu belirler. Bir olay anında beynim hemen benim için zamanında neler yapmış olduklarının hesabını çıkartır. Hesap kabarıksa kredi çoktur ,öyleyse o üç şanstan daha fazlası verilir. Çok şey oldum şu hayatta; ama asla yalancı ve nankör bir insan olmadım. Dedikoduyu herkes gibi ben de yaptım ama hep arkasında durdum. Bu tavrım kırıcı olabilir ama bana yapılmasını istediğim şeyi yaptım. Argo tabiriyle hiç kimseyi satmadım. İlişkilerde menfaat yöntemi bence her zaman yürürlükte olmalıdır. Aksi insanı yorar. Karşılık beklemeden yapılan iyiliklerden, karşılık alınmaz. Bu da sizi melek değil kelek yapar! Yapın ve bekleyin! Yaş ilerledikçe hastalıklar çıkıyor, siz siz olun içinize hiçbirşey atmayın!
Ben şanslıyım ki beni düşünen dostlarım var! Onlar şanslı ki onlara asla borçlu kalmadım. Sevgi bekleyen ve sevmeyi seven herkes de eminim ki bunu yapar. Yolu benim gibi hassaslıktan geçenler, iyiliklerinizin karşılığınız almanız dileğiyle… Allah zaten öder iş ki kul dolandırmasın!
ŞİMA
Genel kategorisine gönderildi
Yorum bırakın
ALDATMA
Evet sistemin ilk azizliğine uğradım arkadaşlar; ama kendi sistemimin… Saat oldu yazıyorum, sonra tabi yazı uçuyor. Nereye gitti meçhul! Yok o kaybolmamıştır oradadır, diyen arkadaşlar sözüm size, kayboldu! Suç bende! Ne beni yetiştiren anamda ne babamda ne de teknolojide. Suç şu salak pc’nin( öyle diyorlar) başında saatler geçirip bir yazıma mukayet olamayan bende. Neyse bu bir işaret midir, birileri bana yazma mı diyor yoksa bardağın dolu tarafında pes etme mi duruyor bilinmez. Ben ille de yine yazacağım.
Bu aralar aldatma ve aldatılma üzerine çok hikayeler dinliyorum . Dostlar anlatıyor, dinliyorum; onlar ağlıyor, ben ağlıyorum. Aldatıldıklarına mı ağlıyorum? Hiç sanmam… Acı çektiklerine ağlıyorum! Sanmam dememden kasıt başıma hiç gelmemiş olmasındandır. Ya da şöyle düzelteyim; hep profesyonellerle çalıştım, hissetmedim 😉 Dinlediklerimden ibaret iki kadın tipi var aldatılma üzerine yorum yapan:
1- Aldatılmanın her türlüsüne karşıyım.
2- Sadece fiziki bir aldatılmaysa sorun etmem.( en tehlikeli olan kadın tipi)
Birinci türe, bana uymasa da saygım sonsuzdur. Lafım ikincisine! Hani derler, yatakta görsem affederim ama sahilde sarmaş dolaş görsem asla! A be kadın bu erkekler hayvan mıdır ?Genelevlerde bile seçme hakkı var. Günlük ya da ömürlük bir duygu var elbet yaşanılan. Adam zaten aşık olmuşsa gözü kördür, ki bu durumda sen affetsen de o sana dönmez. Şayet hala yanındaysa yaşanmıştır ama seni terk etmeye yetmemiştir. Burada kendini kandırmaya gerek yok. Ya affedersin ya da gidersin. bunun başka oluru yok. Bu gibi durumlarda affettiğini sanmak ise en tehlikeli olanıdır. Hayatı her iki tarafa da zindan eder. Gelelim benim fikrime… Çevrem tarafından çok eleştirilsem de adı üstünde bu benim fikrim. Sorulursa söyler, sorulmazsa susarım; ama burası benim çöplüğüm, dilediğimce öterim.
Hayatta herkesin bir amacı var: “mutlu olmak”. Bu yolda herkesin tabelası, farklı yönü gösterir. Sağlık, huzur, para, şan, şöhret, evlat sevgisi, kariyer, başarı, maneviyat, aşk,romantizm,cinsellik…Tercih sıralaması değişir ama amaç hep aynıdır, mutlu olmak!
Bilmem kaç yıldır evlisiniz, adam ya da kadın kompleksleriyle, çıkardığı gaz vb. seslerle, kısacası tüm zaaflarıyla avucunuzun içinde. Sağa dönüyorsunuz partneriniz dağılmış, sola dönüyorsunuz çoluk çocuk bön bön size bakıyor. Anlayacağınız doluya koyuyorsunuz olmuyor, boşa koyuyorsunuz dolmuyor. İçinizde bir dürtü var, adı cinsellik! “ Eee cepte bu var, idare edelim” Diyorsanız elde var cinsellik, üç yanlış bir doğruyu götürdü adı “orgazm”. Sonuç: “Ben seksi pek sevmiyorum” Aaa yok ben çok dikkat ediyorum, bakımlıyım, gaz nedir bilmem, üstelik çok güzelim; peki beni neden aldatıyor diyorsanız? Her şeyin bir son kullanma tarihi olduğunu unutuyor olmalısınız. Canlı olmasından ötürü bir domatesi ele alalım. Bir haftada çürür. Şu meşhur Tupperware lerle ömrünü en fazla bir hafta uzatırsınız. Sonu yine aynı. İşte sizin bakımınız adı Tupper ware! Duyguları domatesle mi kıyaslıyorsun diyenler için dönüşüme geçelim. Domates çürüdü mü? Öyleyse dönüştürüp, salça yapalım. Şimdi bunu ilişkiye aktive edelim. Aşkın, insan sevgisine dönüşmesi… Öyleyse hadi sevdiğimiz herkesle yatalım..
Burç uyumu gibi birşey aslında bu… Hayatta önceliğiniz çok önemli! Aşka aşık bir insanı ara ara kaybedersiniz. Seçiminiz böyle bir insansa bırakın kuralları, ilişkinize nefes alma delikleri açın. Ben herseyi ortaya çıkarırım egonuzu, hayatınızın başka alanlarında kullanın. Kişi aldatılırsa, saygı gitmez ama ortaya çıkartırsa zedelenir. Dini açıdan bakanlara, “evet aldatmak zinaya girer”… Öyleyse öncelik maneviyatta! O halde arkanıza bakmadan ortamı terk edin, ama lütfen Allahın affettiğini siz de affedin. Nefes alıyorsak, hayat hala bize aittir. O halde salla gitsin;)
ŞİMA